top of page

BEDİÜZZAMAN’IN DARWİNİZMİ ÇÜRÜTEN HİKMET DOLU DELİLLERİ

  • Yazarın fotoğrafı: Sinan Dolayman
    Sinan Dolayman
  • 8 Tem 2024
  • 6 dakikada okunur

Bediüzzaman Sunuhat isimli risalesinde Batı medeniyetinin beş menfi esas üzerine kurulduğunu anlatır:Birincisi kuvvet (tecavüz), ikincisi menfaat (tezahüm), üçüncüsü cidal (tenazu ve çatışma), dördüncüsü sosyal olarak kavmiyetçilik (sosyal darwinizm, menfi milliyetçilik ki savaşları doğurur). Beşincisi nefsi okşama (bu da insanı dereceyi melekiyetten derekeyi kelbiyeye indirir.) Bunlar insanın mesh- i manevisine (ruhlarının insanlıktan çıkıp hayvani özelliklere bürünmelerine) sebep olur. Medenilerin çoğu manen kurt, ayı, yılan, maymun, domuz gibidir der.

 

Bu örnekte Bediüzzaman açıkça Darwinizmi eleştirmiş ve tahlil etmiştir. Üçyüz yıldır batı medeniyetini etkileyen materyalizmin işte bu beş esas üzere yürüdüğünü söylemektedir. Bu beş madde de tamamen Darwinizmin sömürgeci, çatışmacı, istismarcı, güçlüyü haklı gören yapısını anlatmaktadır. Bunları kendine esas kabul eden bir medeniyetin yetiştirdiği insanlar da suret olarak olmasa da siret olarak manen bir hayvana dönüşür. İşte Darwinizmin insanı hayvan görmesi bizzat kendi üzerinde gerçekleşmiştir.

Darwinizm'in temel felsefesini esas alan toplumların yetiştirdiği insanlık tamamen maneviyatta meshe yani ters bir evrime uğrar. Bediüzzaman'ın o veciz ifadesiyle domuz, ayı, kurt, yılan, maymun gibi mizacta hayvan, surette insanlar ortaya çıkar.

 

Bediüzzaman risalelerinde Allah’ın insana ve tüm varlılara bahşettiği tekâmül (manen yükseliş) özelliğinden bahseder:

 

“Elbette, bütün mahlûkattaki hadsiz istidatları inkişaf ettiren ve bütün mahlûkatını kıymettar vazifelerde istihdam ettikten sonra terakkivari terhis ettiren, yani, unsurları (elementler) madenler mertebesine, madenleri nebatlar (bitkiler) hayatına, nebatları rızık vasıtasıyla hayvanların derece-i hayatına ve hayvanları, insanların şuurkârane olan yüksek hayatına çıkarıyor”. (30. Lem’a) 

 

Bediüzzaman burada klasik İslam filozoflarının meratibu’l vücud (varlık kategorileri) bahsini işlemiş. Unsurlar denilen atom ve moleküllerin terakkisi (tekamül/yükseliş) evrim değildir. Daha çok ekolojik ilişkilerden beslenmeye ait bir serüvendir. Burad Allah’ın canlıları birbirine rızık yapması söz konusudur.

 

Aynı konuyu başka bir eserinde Bediüzzaman şöyle ifade ediyor:

 

"İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, âlemin zerratı (atom) içinde camid (cansız), dağınık bir şekilde iken, bakarsın ki, mahsus bir kanunla, muayyen bir nizamla intizam altına alınarak âlem-i anâsıra (elementler) gönderilir. Âlem-i anâsırda sâkit, sâkin, gizli bir vaziyette iken, birdenbire kafile kafile, muayyen bir düsturla, yevmî bir intizamla, bir kast ve hikmet altında âlem-i mevalide (ana rahmi) intikal eder. Âlem-i mevalidde de, sükût içinde iken, birdenbire acip, garip bir tarzla nutfeye inkılâp eder. Sonra müteselsil inkılâplarla alaka olur, sonra mudga olur, sonra et, kemik olur. Bu inkılâpların herbirisi, evvelkisine nisbeten daha mükemmel ise de, lâyıkına göre mevattır, yani hayatsızdır." (İşârâtü'l-İcâz)

 

İnsanın bedeni ve bedenini teşkil eden zerreler (atomlar) ilk olarak alemde cansız ve dağınık bir haldedir. Sonra bu zerreler Allah’ın kudret ve irade kanunu ile elementlere sevk ediliyor. Bu elementlerden yiyecek ve içecek aracılığı ile insanın belinde sperm olması ve sonraki süreçler birer evre olarak kabul edilirse, bu evreleri kabaca ve özetle camit, nebati, hayvani ve insani şeklinde sınıflandırmak mümkündür.

 

Darwinizmin temel prensibi olan “Hayat bir mücadeledir” anlayışını Bediüzzaman eleştirerek şöyle diyor:

 

"Nübüvvetin hayat-ı içtimaiyedeki düsturî neticelerinden ve şems ve kamerden tut, ta nebatat (bitkiler) hayvanatın imdadına ve hayvanat insanın imdadına, hatta zerrat-ı taamiye (yiyecekler) hüceyrat-ı bedenin (hücreler) imdadına ve muavenetine (yardım) koşturulan düstur-u teavün, kanun-u kerem, namus-u ikram nerede? (Batıl) Felsefenin hayat-ı içtimaiyedeki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşi hayvanların fıtratlarını suistimallerinden neşet eden düstur-u cidal (mücadele) nerede? Evet, düstur-u cidali o kadar esaslı ve küllî kabul etmişler ki 'Hayat bir cidaldir.' diye eblehane hükmetmişler." (Sözler, Otuzuncu Söz)

 

Burada hayatın bir mücadele olmadığı tersine bir yardımlaşma üzerine kurulduğu anlatılıyor. Bu düsturla bitkilerin hayvanların imdadına hayvanlarında insanların imdadına koşturulduğu ifade edilmiştir. Yiyecek atomlarının (zerrat) bir şevkle beden hücrelerinin “gıdalandırılmasına” koşturulduğu ifade edilmiştir.  Tabiatperest felsefenin (Darwinizm) ise Firavun, Hitler gibi zalim bazı insanları ve aslan, sırtlan gibi vahşi bazı hayvanların davranışlarını esas alarak hayatın bir mücadele olduğu ve bu mücadele sonucunda güçlü olanın doğal seçilimiyle evrimleşileceğine aptalca hükmediyorlar.  

 

Darwin meşhur “Türlerin Kökeni” isimli kitabında bitki ve hayvanlar üzerinde detaylı açıklamalar yapmaktadır, kitapta daha çok bitkilerden bahsederek evrime yol bulmaya çalışmış. Bediüzzaman da Risale-i Nur’da daha çok bitkiler üzerinden örnekler vermesinin sebebi kendisine sorulduğunda şöyle cevap veriyor:

 

“Sual: Eğer dense, “Neden en çok misalleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?”

Elcevap: Çünkü onlar hem mu’cizat-ı kudretin en antikaları, en harikaları, en nazeninleridirler, hem ehl-i tabiat (Darwinistler) ve ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.” (Sözler, Onuncu Söz)

 

Aşağıdaki pasajda da Bediüzzaman Darwinizmi açıkça ele alarak temel argümanlarını çok özlü ve hikmet dolu ifadeleriyle eleştirip, çürütüyor:

 

Ve keza, ilmü’l-hayvanat (zooloji) ve ilmü’n-nebatatta (botanik) isbat edildiği gibi, envaın (türler) sayısı iki yüz bine baliğdir. Bu nev’ler (tür) için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır. Bu evvel babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp, ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız, kudret-i ilâhiyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü, bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünkü, iki nev’den doğan nev’, ale’l-ekser (genellikle) ya akimdir (kısır) veya nesli inkıtaa uğrar; tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. (İşârâtü'l-İcâz)

 

Burada Bediüzzaman’ın pozitif ilimlerde ne kadar mahir olduğunu görüyoruz. Kendi döneminde türlerin yaklaşık 200 binin üzerinde olduğu tespit edilmişti. Her bir tür için bir ilk baba (ata) olması gerektiğini aksi halde türlerin kendi arasında türleşerek yeni türler oluşmasının mümkün olmadığını izah ediyor. Bazı çiftleşen aynı türlerin soyları ya kısırdır katır gibi ya da soyları tükenmiştir diyor. Burada çok dikkat çeken “ale’l-ekser” ifadesini kullanıyor Bediüzzaman. Yani başka türlerin çiftleşmesi genelde kısırdır, yoksa hepsi kısırdır demiyor. Gerçekten de günümüzde bazı farklı bitki türlerinin aşılanarak, eşleşerek yeni kısır olmayan, soyu devam eden türler ürettiği gözlemleniyor. Fakat bu genel kuralın dışında çok istisnadır ki Bediüzzaman’ın bunu yaklaşık 100 sene önce bildirmesi çok dikkat çekici maşaAllah. Tabi Allah’ın tabiata koyduğu genel kuralların her zaman istisnaları vardır, Biruni’nin de dediği gibi: “Tabiatta kusur gibi görünenlerde aslında tasarımın bir parçasıdır.” Çünkü bu kusurlar mükemmelin görünmesini ve Yaratıcının dilediği biçimde yaratma gücüne işaret eder.  Bediüzzaman’ın eserlerinde genelde hayvanların “envaı” yani türleri; bitkilerin “ecnası” yani cinsleri ayırımını yaparak botanik ilmindeki uzmanlığını göstermektedir. Darwin ise kitabında hem hayvanların hem de bitkilerin sabit /değişmeyen kısımlarını tür kavramı altında isimlendiriyor. Bu bir hatadır. Bitkiler taksonomide (sınıflandırılma) hayvanlardan daha serbest bir çeşitlenmeye sahipler. Böylece bitkilerin arasında cinslerin esas olduğu, öyleyse bitkilerde kısmen türleşme görülebilmesi doğaldır denilebilir.

 

Darwinizmin her şeyi hikmetsiz , sanatsız anlatışının yanında Bediüzzaman’ın tabiatı anlatımının ne kadar hikmetli ve akıl dolu hakikatler olduğuna aşağıdaki pasajda kısaca göz atalım.

 

“İşte, şu fıkra işaret eder ki, kâinatta tasarruf eden haşmet-i rububiyet, o koca güneşi şu zemin yüzündeki zihayatlara (canlılar) bir hizmetkâr, bir lâmba, bir ocak; ve koca küre-i zemini onlara bir beşik, bir menzil, bir ticaretgâh; ve ateşi, her yerde hazır bir aşçı ve dost; ve bulutu süzgeç ve murdia; ve dağları mahzen ve ambar; ve havayı zîhayata enfas ve nüfusa yelpaze; ve suyu yeniden hayata  girenlere süt emziren dâye ve hayvanata âb-ı hayat veren bir şerbetçi hükmüne getiren rububiyet-i ilâhiye, gayet vazıh bir surette vahdaniyet-i ilâhiyeyi gösterir.” (Mektubat, Yirminci Mektup)

 

Kurandan ders alan Bediüzzaman kainata bakarken her şeyin güzellik üzerine tasarlandığını gördüğü halde Darwinislerin bakışı ise ne kadar boğuk ve sıkıcı bir nazardır. Eski felsefenin (Tabiatperetler /Darvinistler) güneşi anlatması ve Kuran’ın hikmetli anlatımı arasındaki farka Bediüzzaman başka yerde şöyle değinmiş:

 

"Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki:

'Güneş, bir kitle-i azîme-i mayia-yi nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyaratı etrafında döndürüp cesameti bu kadar, mahiyeti böyledir şöyledir.' Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemal-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’an gibi etmiyor. Buna kıyasen bâtınen kof, zahiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surîsine aldanıp Kur’an’ın gayet mu’ciz-nüma beyanına karşı hürmetsizlik etme!" (Sözler, On Dokuzuncu Söz)

 

Risale-i Nur’un başka bir pasajında Üstat Bediüzzaman Darwinistlerin sebeplerin ve tesadüflerin varlığın oluşmasında etkin olduğu zanlarının şirk olduğunu, her şeyin tek bir yaratıcının desti kudretinde hareket ettiğini şöyle ifade ediyor: 

 

Madem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikatı vardır, elbette şirkin hakikatı olamaz. Çünküلَوْ كَانَ ف۪يهِمَا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا  âyetinin hakikat-ı katıasıyla; müteaddid eller müstebidane bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ bir nahiyede iki müdür bulunsa; intizam bozulur ve idare herc ü merc olur. Halbuki sinek kanadından tâ semavat kandillerine kadar ve hüceyrat-ı bedeniyeden tâ seyyaratın burçlarına kadar öyle bir intizam var ki; zerre kadar şirkin müdahalesi olamaz.

 

Tabii olarak, sebeplerle tesadüfen gerçekleşen evrime göre tüm canlılar herhangi bir sahibi olmayan kendi kendilerinin sahipleri olan varlıklardır. Bu varlıkların yaşarken gösterdikleri bir düzen ise bu ilgili sebep ve tesadüflerin tabii sonucudur. Burada ise değil her bir canlının sadece iki irade sahibinin karışmasıyla düzenin alt üst olacağı örneklendirilerek evrimin iddiasının muhal olduğu pek çok yerde ifade edildiği gibi belirtilmiştir. Sinek kanadından, beden hücrelerinden ta yıldızlara ve burçlara kadar bir düzenin olduğu ifade edilerek evrimin söylediğinin geçersizliği belirtilmiştir.

 

Konuyla ilgili aşağıdaki pasajda da yine Bediüzzaman Darwinizmin temel iddiası olan hem türler hem de moleküllerin tesadüfen oluşamayacağını ifade ediyor.

 

Evet, şuursuz, ihtiyarsız, câmid, basit olan esbab-ı tabiiyenin bütün akılları hayrette bırakan o enva silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu, daire-i imkândan hariçtir. Ve keza, kudret mucizelerinden birer nakş-ı garip ve birer sanat-ı acib taşıyan o envaın ihtiva ettikleri efradın da, ihtira ve yaratılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh, o silsileleri teşkil eden enva ile efrad, hudus ve imkân lisanıyla Hâliklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. (İşârâtü'l-İ'câz)

 

Darwinizmin insanın canlılara üstün geldiğini ve evrimsel aşamada en güçlü olduğu iddiasının hikmetli kısa bir örnekle güzel bir tarzda çürütüldüğünü okuyoruz:

 

“Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlup olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i rabbanî ve ikram-ı rahmanîdir.”  (İman ve Küfür Muvazeneleri)

 

Son sözümüzü Bediüzzaman’ın Kuran’daki bir ayetten mülhem olarak Darwinistlerin düştükleri delalet batağına bizi düşürmeyen Rabbimize yaptığı duayla tamamlayalım:

 

“Ve keza; beni; cins, tür, din ve iman yönünden bir çok mahlukatına üstün kılan; beni taş gibi cansız yahut hayvan yapmayan ve dalâlette bırakmayan Zat-ı Zülcelâl bana kâfidir. Hamd Onadır, şükür Onadır”. (Lem'alar, Beşinci Nükte)

 

“Ve onların son çağırışları şudur: Bütün övgüler âlemlerin Rabbi Allah'adır.”  (Yûnus Suresi 10) 

 

 

Comments


bottom of page